12 Mayıs 2010 Çarşamba

Neden Gidiyorum Ben Bu Finlandiya'ya?

İnanıyorum ben buna… Her yıl, evrenin farklı bir köşesinden, farklı bir ülkenin beni çağırdığına… Kimine gidebiliyorum, denk geliyor, gücüm yetiyor. Kimi yıllardır erteleniyor, kimine zaman yok, kimine para… Bu yılın başında, buz gibi bir Ankara akşamında yürürken, fısıldadı kulağıma evren: “İsveç, Finlandiya, İsviçre…” “İsveç, Finlandiya, İsviçre…” Fısıldadı ya o, yapılacak… Eve gider gitmez takvimler açıldı, bayramlar, seyranlar kontrol edildi, gönderildi mailler oralarda yaşayan eski dostlara…

İlk cevap Finlandiya’dan geldi. “Gel” dediler, “geliyorum” dedim. Bir çırpıda araştırıldı ucuz biletler, yapıldı listeler, programlar. 4 ay önceden hazırdı gezilecek, görülecek yerler… Titiz ve obsesif kişiliğiz ya! Yalnız Helsinki yetmezdi benim gibi bir gezgine… Daha çok görmeliydim, daha çok gezmeliydim ilk kez gideceğim bir ülkede… Tam da o sıralar çıktı gazetelerde “Çakma Noel Baba” başlıklı gezi yazıları, Kuzey Kutup Dairesi’nde yürüyenlerin anıları… Hemen değiştirildi planlar; eklendi Pietarsaari/Jakobstad aktarmalı Rovaniemi de planlara. Trenler, uçaklar ayarlandı, rezervasyonlar yaptırıldı. E, dostlar da var bu şehirlerde. Daha ne isterim?

Haftalardır içten içe bir heyecan, bir koşuşturma içindeyim… Vize alınacak, fotoğraf çektirilecek, hediyeler seçilecek, alışveriş yapılacak, şirketten izin alınacak, bavul hazırlanacak, Lonely Planet’ten Helsinki kitabı siparişi verilecek, bir sürü “cek”, bir sürü “cak”…

Tabii, tüm bunlar olurken yine bir “Özlem Klasiği” yaşandı… Hani İstanbul’a gider kar fırtınası başlar; hani İngiltere Başkonsolosluğu’ndan vize alır, bomba patlar; hani Bolu’ya varır deprem olur ya; bu kez de 190 yıldır sesi soluğu çıkmayan İzlanda’daki Eyyafyallayöküll yanardağı patladı. Neden? Özlem İskandinavya’ya gidiyor ya… Tüm bu koşturmacaya, telaşa bir de Esenboğa, Atatürk ve Vantaa Havalimanları uçuş bilgilerini Internet’ten günlük olarak kontrol etmek eklendi. Bitti bitiyor derken, geçtiğimiz haftasonu yine başladı kül kabusu… Olsun! Gönderdim ben içimdeki tüm pozitif enerjiyi evrene, bekliyorum, rahatım… Hem kendisi çağırmadı mı beni bu Finlandiya’ya?

O çağırdı da, ben niye gidiyorum koştura koştura oraya, onu da zaman zaman düşünmedim değil… Benim gibi bir sıcak ülke insanı… Benim gibi bir Akdeniz, Ege, İzmir kadını... Türkiye, İtalya, Güney Fransa, Yunanistan, Hırvatistan aşığı… Akılda yok, hesapta yok, planda yok, bugüne kadar kendisine duyulan en ufak bir merak yok… Dururken Norveç’in fiyortları, İspanyanın tapasları, Portekiz’in şarapları… Dururken evdeki hedef tahtasında Küba puroları, Peru İnkaları, Toskana villaları; ne işim var kardeşim benim Finlandiya’da? Ülkem 30 dereceyken, uçuş uçuş yazlık elbiseler içinde salınmak, yaz partilerine gitmek, cıvıl cıvıl yaza hazırlanmak varken, parklarda baharın kelebekleri kanat çırparken, “zsa zsa zsu” bir durum söz konusuyken normal bir insankızının Kuzey Kutup Dairesi’ne gitmek istemesinin var mıdır mantıklı bir izahı?

Düşündüm… Buldum…

20 yaşındaydım… Hollanda’da tanımıştım onları… “İskandinavlar soğuk insanlardır” tezinin aksine en yakın arkadaşlarım hep onlardı… Norveç’ten Hanne, Danimarka’dan Rikke ve Anders, Finlandiya’dan Tuukka, Heidi ve Hanna… Cıvıl cıvıldılar, sıcacıktılar, hep sarhoştular… Hanna, yanımdaki yatakta yatardı… Sabahlara kadar dedikodu yapar, kıkır kıkır gülerdik, yorganın altına girip… Çocuktuk… Yıllarca “My Turkish Sister”, “My Finnish Sister” hitabı ile başlayan mektuplar, mailler gitti geldi iki ülke arasında… Hiç kopmadık, ne zaman, ne mesafe koparabildi bizi… İşte şimdi yeniden biraraya gelme zamanı… Şimdi yeniden yorganın altına girip, dedikodu yapma zamanı, kıkır kıkır gülme zamanı… Hanna ve Heidi ile kaldığım yerden kısa da olsa birkaç gün geçirme zamanı… Şimdi Helsinki’ye gitme zamanı…

22 yaşındaydım… Yine Hollanda’daydım… Gençtim, hayatımda ilk kez aşıktım… Sorumluluklarım artmış, bu kez aynı kampta asistan olarak görevliydim… En yakın arkadaşlarım yine onlardı… İskandinavlar… İsveç’ten Peter, Norveç’ten Maria ve Stefano, Danimarka’dan Morten, Finlandiya’dan Ulrika ve Miia… Zaman oldu koptuk, zaman oldu kaybettik birbirimizi… Internet vardı, buluştuk yeniden… Ulrika… Kocaman bir kızdı, kocaman kalpli… O koca kalbinde herkese yetecek kadar sevgi vardı… Neşemizdi, şarkılar söyleyen, danslar eden, hayatımda gördüğüm kendisiyle en barışık insandı… İşte şimdi o şarkıları bir daha söyleme zamanı, o komik dansları hatırlama zamanı… Şimdi Ulrika ile birlikte minik bebeğini sevme zamanı… Şimdi Pietersaari’ye gitme zamanı… Ya Miia? Benim minik kızım, güleryüzlü, kırmızı yanaklı kızım… Başımda bir cadı şapkası ile 1850’lerden kalan bir tekneyi benimle beraber altüst eden kızım… Yerinde duramayan, hoplayan, zıplayan, tırmanan, koşan kızım… İşte şimdi yeniden Miia ile birlikte hoplama zamanı, zıplama zamanı… Şimdi bir başka şehrin altını üstüne getirme zamanı… Şimdi Rovaniemi’ye, Laponya’ya gitme zamanı…

Şimdi karides, somon yeme zamanı… Şimdi baharın ortasında biraz üşüme zamanı.. Keşif zamanı… Sauna’ya girip ter atma zamanı… Yemyeşil ormanlar zamanı, göller zamanı… Şimdi Nokia zamanı… Arkadaşlık, dostluk zamanı… Şimdi “Re-union” zamanı… Şimdi Hanna, Heidi, Ulrika ve Miia zamanı…

Hei Suomi… Hei Tytöt… Olen tulossa… Nyt aikani…