1 Temmuz 2011 Cuma

Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsin...

İş arası yemek, yemek sonrası kahve, kahve sırası sohbet arasında 'biri' sordu bugün: "Blog yazmaya ara mı verdiniz?" Şaşırdım... Şaşırdım; açıkçası bu blogun varlığını bile unutmuştum 'ben'... Şaşırdım; blog yazdığımı nereden biliyordu 'o'? Bulmuş, biliyormuş, üstüne bir de okumuş... Hoş! Demek blog böyle birşeymiş...

Sohbet sonrası iş dönüşü açtım blogumu… En baştan (Topu topu 3 yazı var zaten!) okudum… Gülümseyerek, hüzünlenerek, insanın, düşüncelerinin, hayatının 1 yıl içinde bile ne kadar değiştiğine hayretler ederek, hatta inanamayarak satır satır okudum bana çok yakın, benden çok uzak blogumu… Mesela yazmışım: “Tanıdığım en tatlı, en şahane çünkü en Amerikalı olmayan Amerikalı Andy’yi…” Şimdi olsa yazarım; “Fikr-i sabit, ruh hastası, obsesif, takıntılı, pis Amerikalı” diye… :) Mesela yazmışım: “Tüm önyargılarımdan sıyrılmışım, Almanları sevmişim, çok sevmişim.” Şimdi olsa “Uyuz, sıkıcı, hayata karşı içinde hiçbir ‘ambition’ taşımayan, ruhumu daraltan adam Mr. Schön…” diye… Ha, anlamaz o ayrı! :)

“Hem blog benim neyime? Kim okur benim yazdıklarımı?” diye düşünürken, takip ettiğim, hergün “Acaba bugün ne yazacak?” diye sabırsızlandığım blogları da düşünmeden edemedim. Başta canım arkadaşım Gürkan’ın Japonya’ya olan bisiklet macerasını ve sonrasını ve yeni planlarını konu alan blogu olmak üzere… Gürkan’ın yaptıklarının ve yapacakların reklama ihtiyacı olmasa da; www.dogaicinpedalla.blogspot.com

Üzüldüm aslında, blog yazma özürlü bir insan olduğum için... Hele o son yazının en sonunu; bizi Mısır'a götüren, az kaldı geri getiremeyen tur şirketi ile ilgili olan paragrafı okuyunca daha da çok üzüldüm. Kendi kendime; "Ne kötü; çevremde, ülkemde ve dünyada bir grup insan Mısır'da yaşadıklarımdan, kahkahalarımdan ve tüm o eğenceden mahrum kalmış" dedim... Gerçi, her buluşmada, her yemekte, her alkolün fazla kaçtığı akşamda Ceyda'nın "Özlem, acaip komik anlatıyor, n'ooolur anlat" demesi ve benim dünden razı halimle, ayağa kalkıp"one-woman show"umla anlattığım Mısır hikayelerini duymayan kaldı mı bilmiyorum ama...

İşte tüm bunları düşünürken, başladım gülümsemeye, hatta gülmeye kahkahalarla… Kendi kendime, yalnız başıma… Sonra sarıldım, çekmecedeki not defterine… Bir bir okudum, unutmamak için aldığım notları… Okudukça daha çok güldüm… Teker teker gözümün önünden geçti Mısır seyahatindeki o mucize insanlar… Hani hoca hocayı tekkede, hacı hacıyı Mekke’de, deli deliyi dakkada bulurmuş ya! İşte o insanlar, deliler…

İçimden geldi, Mısır’da döndükten 8 ay sonra bir kısa yazı da onlar için yazayım istedim… Fügen Abla ve Hakkı Ağabey için… Nurten Abla ve Şakir Ağabey (delibaşı!) için… Ebru Abla ve Osman Ağabey (delibaşı yardımcısı) için… Güzel çocukları Yağız ve Ezgi için… Bu kadar deli içinde ne işleri olduğunu asla anlayamadığım çok sevgili Ayten Hanım ve Gülten Hanım için.., “Single” Bahri ve “Yeşil Kafa” Ceyda için… “Sarı Kafa” Özlem’den gelsin bu yazı; tur rehberimiz, güzide insan Hüseyin Bey’e ithafen…

:)

Kahire Uluslararası Havaalanı… “Bizim rehber kim?” “Hüseyin…” “Hüseyin kim?” “Küçük bir adam var ya, ortalıkta dolanıyor…” “Abicim, küçük büyük adam yok ortada, bütün uçak indi, herkes otobüsünü buldu gitti… Biz neyi bekliyoruz?” “Hüseyin’i…” “Hüseyin kim?” “Rehber…”

Allaha bin şükür, tüm bu kargaşadan ve yaklaşık bir saat süren savaştan sonra otobüsümüze kavuştuk… Onu da Osman Ağabey buldu geldi, o ayrı! Sanırsın tur rehberi Hüseyin değil Osman!


İşte tüm hikaye o anda başladı… Hüseyin Bey, sabah, öğlen, akşam, kuşluk, yatsı, gece, günün her saatindeki selamlaması ile girizgah yaptı: “Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsin…” Ben de ‘Hüseyin Bey’den İnciler’ başlığı altında topladıklarımı yazdım… Ne bir eksik, ne bir fazla…

:)

“Arkadaşlar, kolay gelsin… Şu anda gittiğimiz yol... Hmmm çarşı! Fakir… Mısır düzdür, zenginler de var tabii… Eyyübilerin Bursa’da yaptırdıkları camiler bu yola benzemez… Uçakta da yorulduk di mi arkadaşlar? “Yorulmadık Hüseyin Bey de, siz biraz etrafı anlatsanız.” “Anlatayım arkadaşım… Alaattin Keykubi, Türkiye’de…” “Hüseyin Bey, Mısır’ı anlatsanız…” “He, Mısır!” Özlem: “Vah vaahhh” “Şimdi arkadaşlar Güneydoğu’ya gidenler bilir, Suriye’nin damları, Mardin’in damları ile aynıdır” “Hüseyin Bey, Mısır’dayız, Mısır’da” “Hee, Mısır! Arkadaşlar, bakın burası eski Mısır, aha burası da yeni Mısır”… (Rehber olduğu iddia edilen Hüseyin Bey, bu sırada, sağ tarafta inşaatı devam eden bir gecekonduyu, sol tarafta ise lüks bir villayı gösterir…) “Hüseyin Bey, bu camilerin minareleri neden birbirinden farklı, farklı dönemlerde mi yapılmış?” Hüseyin Bey, cevap verir: “Arkadaşlar sol tarafta tarihi Şeraton Oteli’ni görüyorsunuz (Sheraton Otelini anlatıyor)… “Hııııı !”

:)

Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsin… Bu üzerinde gittiğimiz yol size düz gibi gelebilir, düz görünüyor. Ama esasında daire şeklinde, yani şehri çevreliyor, çevre yolu

(Vallahi dedi billahi dedi bunu)

:)

“Hüseyin Bey, sol tarafta piramitler var galiba” “Hadeee canıımm!” Bahri: “Hüseyin Bey, vallahi piramit!” “Anaaaa valla da piramitmiş!”

Özlem: “Hüseyin Bey, bu sizin Mısır’a kaçıncı gelişiniz?

:)

“Arkadaşlar, kolay gelsin… Bakın burada, yolda bir kasis var… Bu ne demek?” “Ne demek Hüseyin Bey?” “Yol birazdan daralacak” demek. “!!!???!”

:)

“Arkadaşlar, kolay gelsin… Ben Mısır deyince, siz Kahire anlayacaksınız” “Neden Hüseyin Bey?” “Eskiden öyleymiş. Mısır derken Kahire! Roma’nın başkenti Roma” “Hmmmm, peki Hüseyin Bey!”

:)

1 hafta sonra… “Arkadaşlar, günaydın kolay gelsin… Uçağımızda rötar var… Burada beklemek isteyen beklesin, çarşıya gelmek isteyen benimle gelsin”. Özlem: “Hüseyin Bey, sabahın saat 6’sında çarşıda işimiz ne?” “Çarşı derken otel, arkadaşım!”

:)

“Arkadaşlar, bekleyin! AJANTA sorumlusu gelecek”. “O kim Hüseyin Bey?” “Burada bizim güvenliğimizden ve rehberliğimizden sorumlu şahıs, ACANTA yani…” “ACENTA olmasın o Hüseyin Bey?”

:)

Arkadaşlar, kolay gelsin, sağdaki bir Ortadokus Kilisesi” “Ne kilisesi Hüseyin Bey?” “Ortadokus, ortadokus yani mezhep mezhep, arkadaşlar” Anlamadığımız o ya!

:)

Arkadaşlar, Hatetut burada yatmaktadır”. “Hatetut kim Hüseyin Bey?” “Hatetut bir kadın firavundur” “Hüseyin Bey, Mısır tarihinde Hatetut adlı bir kadın firavun yok…” “Arkadaşlar var Hatçetut”. Özlem: “Hüseyin Bey, Hatşepsut olmasın o?” “Hee ondan işte!”

:)

“Hüseyin Bey, Mısır’da elektronik ucuz mudur? Buradan Türkiye’ye götürmeye değer mi? “Arkadaşlar, şindik Mısır’da sanayi ürünleri ucuz sayılabilir”. Özlem: “Hüseyin Bey, sanayi ürünü derken?” “Buzdolabı mesela” Ceyda: “Çüşşş”

(Kendi kendime öyle bir gülüyorum ki sanırım devam edemeyeceğim :):)

:)

El-Bahri Tapınağı’nın alt katında… Özlem: “Hüseyin Bey, yukarıda ne var?” “Güney Afrika Bölgesi arkadaşım”. Kitaptan araştıran Özlem anlar ve gruba açıklama yapar: “Arkadaşlar, yukarıda Mısır ve Sudan arasında bir dönemde yapılan ticareti simgeleyen yazıtlar, hiyeroglifler var… E, Sudan Mısır’ın güneyinde… Hüseyin Bey Arkadaşımız da Güney Afrika Bölgesi diyerek Sudan’ı kastediyor.”

:)

“Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsinAmonhopotop’u göreceğiz bugün. Özlem: “Amonhopotop kim Hüseyin Bey? “Amonhopetet arkadaşım” “Tamam arkadaşım da o kim? Bendeki kitaplarda yok öyle biri…” “Amonhetepet, tek tanrılı dine geçiş yapan firavundur. Özlem: “Amenhotep olmasın o Hüseyin Bey?”

:)

“Arkadaşlar, timsah kedi değildir!” “A aa?” (Bu cümle ile Hüseyin Bey’in ne dediği hala anlaşılamamış olsa da, “Nil nehrine yaklaşmayın, timsah vahşi hayvandır” demek istemiş olabilir. Ancak timsahın kedi olmadığı beyanatından sonra Nil’de timsah yoktur demesi de ayrıdır.)

:)

“Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsinBağajlarımızı burada bırakıyoruz!” Özlem: “Neyi bırakıyoruz Hüseyin Bey?” “Bağaj arkadaşım, bağaj” “Tamam arkadaşım”

:)

“Arkadaşlar, kolay gelsin… Şimdi Komombo tapınağındayız… Tarzan burada doğmadı.” “???!!! Höh!”

(Bu beyanat ile ilgili tur grubundan kimsenin halen bir fikri bulunmamaktadır. Tur grubu olarak Mısırlı rehberin açıklamasını yanlış tercüme etmiştir diye iyi niyetli bir düşünce içerisindeyiz hala)

:)

“Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsin… Şimdi 2 dene tapınak gezicez…” “Ne gezicez Hüseyin Bey?” “2 dene tapınak arkadaşım”… Ceyda: “Dene tapınak nedir Özlem, baksana kitaba?” Özlem: 2 tane tapınak gezecekmişiz Ceyda.

:)

Arkadaşlar, kolay gelsin… Bu gördüğünüz 1. Dansöz…” “O ne demek Hüseyin Bey?” “Yani tarihte görülen 1. Dansöz figürü” Osman Ağabey: “Birinci dansöz denmez ona, a gerizekalı herif, İLK DANSÖZ İLK!

:)

“Arkadaşlar, kolay gelsin. Üj bujukta burada buluşuyoruz. Bahri: Hüseyin Bey, siz ne içtiniz gece?

:)

Ceyda duşta, Özlem ‘2 dene’ tapınak gezmekten gelmiş, yatakta baygın yatıyor… Kapı vurulur, tık tık… Özlem: “Kim o?” Ses yok… Özlem: “Who is it?... Ses yok… Özlem: “Bahri sen misin?” Ses yok… Özlem: “Hayyy…. !” Kapıda elinde bavulu ile Hüseyin Bey durmaktadır… “Buyurun Hüseyin Bey?” “Hee, biz aynı odada mı kalıyormuşuz?” Özlem: “Töbe estafurullah!”

:)

(Hüseyin Bey’e odasının üst katta olduğunu anlatmak, Mısır’daki develere hendek atlakmak kadar zordu diyeceğim ama eminim o deve daha çabuk anlardı beni :))

:)

“Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsin… Ben bi sayım yapayım” “Yapın Hüseyin Bey” “2 – 4 – 6 – 8 – single – 12 – 13… Hay Allah karıştırdım… 2 – 4 – 6 – 8 – single – 11 – 12 – 14… Yine karıştı, baştan başlayayım ben en iyisi” “Bahri, Allahını seversen, bundan sonra en öne otur da 1 saat beklemeyelim otobüste…” (Single Bahri, inadına 20’li, 30’lu sıralara oturmaya başlar)

Ertesi gün… ““Arkadaşlar, günaydın, kolay gelsin… Ben bi sayım yapayım… “Yapın Hüseyin Bey” “2 – 4 – 6 – 8 – 10 – 12 – 14 – 16 – 18 – 20 – 22 – 24 – 26 – 28 – single – 33 – 34… Karıştı galiba… Baştan başlayayım ben… “Allahını cezanı versin senin Hüseyin Bey!”

:)

Sen çok yaşa Hüseyin Karamollaoğlu… Allah da seni güldürsün, çok güldürsün!

:)

Gökten 8 elma düşmüş…

Biri, Mısır arkadaşlarım, yol arkadaşlarım, can arkadaşlarım, canım arkadaşlarım, can yoldaşlarım, takım arkadaşlarım Ceyda ve Bahri’ye… Hadi paylaşın, kapışmayın!

Biri, hayatımdaki en eğlenceli tatilde tanıştığım delilere… Fügen ve Hakkı, Nurten ve Şakir, Ebru ve Osman, Yağız ve Ezgi, Ayten ve Gülten için… Bir ısırık alsanız yeter hepinize… Sonra başlarız yine, yeniden gülmeye… Bu kez bir başka tatilde…

Biri, aylarca bana duygusal ritim bozuklukları yaşatan ve adını ilk kez blogumda paylaştığım BAMTUR’a…

Biri, 2. Ramses’in 1. Dansözü’ne…

Biri, tabii ki bu yazının ve Mısır seyahatinin başkahramanı Hüseyin Bey’e… Sen çok yaşa Hüso, günaydın, kolay gelsin, afiyet olsun arkadaşım :)

Biri, bir blogum olduğunu bana hatırlatan ve bu yazının yazılmasına bilmeden sebep olan ‘biri’ne…

E, biri bana… Diğeri de bu yazıyı okuyan, tebessüm eden herkese…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder